14 Ekim 2011 Cuma

The DØ Konseri

"You're the best singing crowd we've ever had!"


Yer: Ghetto, Fotoğraf: Şevket Kızıldağ

Bu uzun zamandır en çok keyif aldığım konser oldu gerçekten. Şahane bir tatilin ardından iş başına döndüğüm ilk sabah şans eseri çok sevdiğim bu grubun yakında çok sevdiğim bir mekanda konser vereceğini öğrendim. Bana bu grubu tanıştıran dostum Şevket'e sormadan biletleri alıverdim. Grubun tribal olduğu kadar duygusal ve orijinal şarkılardan oluşan iki albümünü baştan sonra defalarca dinlemişimdir. Solist Olivia'nın ne kadar güzel olduğunu grubun çeşit çeşit klibinden zaten kestirebiliyorduk. Ancak aynı kliplerde gördüğümüz tarzının hiç de yapmacık olmadığına ve orada oluşturduğu büyü sahneden ağrı bizi sararken aklımızı oynatmasına bir fiil şahit olunca gerçekten ayırdına varmış sayıldık.

Albüm için stüdyo performansları ile kliplerdeki performansları apayrı olan bu grubun sahnedeki duruşları ve halleriyle müziklerini aktarış yöntemleri tamamen başka bir hal alıyor adeta. Sahnedeki The Do değil de tarihe karışmış kült bir grubu yeni bir dinamizimle "cover" eden yepyeni bir oluşumdu sanki. Kliplerde o kadar dikkatimizi çekmeyen şahane davulcusu ile basçısına ek olarak, güzelliğin tanımı olacak nitelikteki Olivia yüzünden daha önce dikkatimizi çekmeyen gitarist Dan Levy'nin parmak ısırtan karizması ile hem görsel hem işitsel olarak doyuma ulaştık diyebilirim.

Tekrar gelecekleri zamanı sabırsızlıkla bekliyorum...

Not:Biterken "Dust It Off" çalıyordu...

Uzun ara özeti...

Herkese Merhabalar...

Şimdi gördüğüm kadarıyla birçok blog'un kaderinde olduğu gibi bu blog da "geçici" olarak yalnızlığa terk edilmiş durumda. Esasen bunun kendime göre de mantıklı bir sebebi mevcut... ancak kafanızı bununla şişirmeyeceyim. Yazmaya ara verdiğim bu 20 ay içerisinde gittiğim oyunlardan aklıma gelenleri aşağıda özetlemye çalışıp kaldığım yerden devam edebilmeyi umuyorum açıkçası...

Mefisto (İstanbul Şehir Tiyatroları, Müsahipzade)
-Oldukça sert ve uzun bir oyun. Açıkçası bu blogu yazmaya ara vermemin ilk kıvılcımı bu oyundan geldi diyebilirim. Beni o kadar sarsmıştı ki burada kelimeye dökmek bana sıkıntı verdi. Yine de kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun, zira bize "uzak" siyasi bir devrimin azınlıklar ve altta kalan diğerleri üzerindeki etkisini sert bir dille anlatıyor.

Kerem Gibi (Bursa Teyyare Kültür Merkezi)

-İstanbul'daki bir arkadaş grubumun bana aldığı biletlere yine Bursa mesaisi yüzünden uyamayıp üzüldüğüm bir Pazar günü, Bursa'da dolaşırken afişini gördüm aynı oyunun. Hem de aynı akşam için! Kerem gibi Nazım Hikmet'i şiirleriyle, düşünceleriyle ve hatıralarıyla anlatan çok güzel kurgulanmış bir belgesel tadında aslında. Tek farkı bir iki ufak görsel ekipman dışında safi insan Genco Erkal'ın muazzam performansıyle bize aktarıylıyor olması. Şiddetle tavsiye olunur.

Ölüleri Gömün(Istanbul Devlet Tiyatroları, Cevahir)
-Bu aslında herhalde kendimi en uzak hissettiğim oyun şimdiye kadar. Uzak ülkelere savaşa gönderilen Amerikan askerlerinden şehit düşen bir grup asker birden dirilmeye karar veriyorlar ve siz de bu askerlerinin yakınlarının tek tek onları mezara girmeye ikna etmeye çalışmalarını seyrediyorsunuz.

Birdy (Istanbul Devlet Tiyatroları, Cevahir)
-Yine Amerikan ordusuna göndermeleri olan bir oyun. Bizdeki sistemin tersine savaş zamanı Üniversite okumayanları cepheye gönderen bir yapı var o dönemki Amerikan ordusunda. İki çocukluk arkadaşından Birdy çocukluğundan beri kuşlara tutkun ve uçmaya hevesli. Ancak savaş kaçınılmaz onun için ve cepheden kurtulmak için bir akıl hastahanesinde kendini kuş sandığı numarasını yapıyor. Yakın dostu ise savaştan gazi olarak yüzünün bir kısmını kaybetmiş olarak geliyor ve Birdy'i "iyileştirmeye" çalışıyor... Amerikanlığını atarsak oyun özünde gayet hüzünlü ve dramatik.


Kredi Kartı Vakkaa (Istanbul Devlet Tiyatroları, Cevahir)

Günümüzün en basit en kişisel ancak hiç de özel olmayan bir problemini işlemiş oyun. Bireysel ekonomik hesaplarımızın başkalarının ne kadar yönetiminde olduğunun farkında ancak bunu tamamen alaya alan bir karakteri anlatıyor.Adam kendisini düzenli olarak taciz eden banka temsilcileriyle telefonda "şuh" konuşmalar yaparak ilk yarıyı tamamlıyor. Oyunun ikinci yarısında ise "Vakkaa" konusu işleniyor. Aynı adamın psikiatrının çıkardığı kitapta kendi Vakkaa sının neden yer almadığı takıntı edilmiş durumda. Şahane bir performans...

Romeo & Juliet (İstanbul Şehir Tiyatroları, Müsahipzade)
-Birkaç sene önce "Tarla kuşuydu Juliet" ismindeki şahane Engin Alkan oyununda ilk kez bu kült hikayeyi sahnede görmüştüm. Elbette o oyun Shakespear'ın orijinal dökümanına bir atıftan ibaretti ancak gene de çok eğlenceliydi. Bu kez ise oyunun orijinal metnini gayet sembolik ve çok görsel olarak yorumlayan bir başka oyunu yakaladım. Doyulamayacak kadar keyifliydi...


Şimdilik aklıma gelen oyunlar bu kadar... Eğer zaman içinde gittiğim diğer oyunlar aklıma gelirse buraya ekleyeceğim...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Kendime Not

Mefisto
Düşüş
Dullar
Kredi Kartı Vak'aaa

Kabare - Joe Masteroff

"Paris'e zararsız küçük bir gezi...."

Yer:Şehir Tiyatroları Müsahipzade Sahnesi

Dünyaca ünlü bir müzikal Kabare. İlk olarak Broadway'de sergilenmiş ardından hem bir çok farklı ülkede yorumlanmış hem de filmleri çekilmiş bir müzikal. Oyun Amerikalı ve başarısız bir yazarın Berlin'e ilham için gelişiyle başlıyor. Tam 1. Dünya savaşı sonrası ve Almanya epey yaralı.

Doların çok değerli Mark'ın ise yoka sayıldığı bir dönemde çok ilgi görüyor bu Amerikalı ve trende tanıştığı bir alman'ın da yardımıyla bu şehirdeki yaşamına başlıyor.

Oyun bu adamın etrafında gelişen olayları konu alırken aslında çok fazla değişik mekan yok. En önemlileri kaldığı otel'in odaları ve oyuna bir kabarenin müşterileriymişsiniz havasını veren Kit Kat klüp.

Ancak bunlar sadece oyunun genel dinamiğindeki bazı öğeler. Olaylar gelişip kendini "Has Alman" olarak nitelendiren karakterler Nazizim düşünce tarzına kaydıkça konu git gide sertleşip çirkinleşmeye başlıyor. Başlarda gizli kapaklı görülen karakterler bir bir açıyorlar gamalı haçlarını. Yahudiler siniyor ve korkuyor.

Kendi adıma onlarca kitap da okusak,filmler, oyunlar da izlesek o dönem Almanya'sını bu uçuruma iten oluşumu anlamamızı mümkün görmüyorum. Ama bu oyunu size şiddetle tavsiye ediyorum...

25 Aralık 2009 Cuma

Kafes - Mario Fratti

Birisi isminle sesleniyorsa bu senin yaşadığının en büyük kanıtıdır.

Yer: Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Sahnesi
___Hepimiz şahsi kafeslerimizde yaşıyoruz bu hayatı. En özgür hissettiğimiz anda bile etrafımızda engellerle çevrili kalıyoruz. Bunların bazılarını sahipleniyor hatta kendimiz koyuyorken, bazıları bizi ve bizim gibileri göz önünde tutmak için oradalar ve kalacaklar da.
___Hikayenin ana karakteri Christof ise sosyal dünyanın iki yüzlülüğüne karşı kendini izole etmiş el yapımı metal kafesiyle. Bu durumun külfetlerini çekmek zorunda kalan cefakar annesi ve durumdan ister istemez etkilenen ailenin diğer bireyleri ile yaşayıp gidiyor.
Ancak hayat tekrarlar kadar değişikliklerle de pişirdiğindendir ki bizi Christof da olaylar ve mağruz kaldığı durumlar yönünde değişmelere uğruyor. Buna rağmen halen yerinde duran demir kafes ise bazen ona korunak sağlarken, diğer zamanlarda ona hapis vazifesini üstleniyor hem de hiç değişmeden.
___Başlarda biraz ağır ilerleyen ve bol bol Cehov övgüleriyle dolu olan oyunda beni tek rahatsız eden unsur. Rolü gereği sürekli kitap metinleri gibi konuşması gereken Christof dışında diğer tüm karakterlerin de bu duruma uyması. Yıllarını okumaya vermiş Christof'un en az kendi kadar edebi konuşabilen "köyden gelme bir elektrik ustası" enişte adayını alaya ve küçümsemeye alması dikkat edenler için rahatsız edici olacaktır kanımca.
___Seyrek de olsa güzel müzik seçimleri, oyuncuların metine göre gayet başarılı performansları ve sürpriz finali ile izlenecek bir oyun Kafes.

11 Aralık 2009 Cuma

Balıkesir Muhasebecisi - Reşat Nuri Güntekin

"Rahatı görene allah yad ettirmesin"

Yer: Şehir Tiyatroları Kadıköy Haldun Taner Sahnesi

Bu romanı duymamış olabilirsiniz. Yazarın bir "Çalıkuşu",bir "Yaprak Dökümü" kadar tanınan bir eseri değildir zira. Belki siz veya bir arkadaşınız lisede,ortaokulda kitap tanıtımı yaparken denk gelmiş de olabilirsiniz.

Klasik bir Reşat Nuri öyküsü Balıkesir Muhasebicisi. Standart bir hayatı yaşayan bir muhasebeciye ikinci dünya savaşı döneminde "çok etik olmayan" yollarla para kazanma üzerine kurulan bir şirkete "halk tarafından tanınan ve güvenilen" dördüncü ortak olarak katılması teklif edilir. Bu teklifi karısının baskılarının da etkisiyle kabul eden Tahir Bey kendini ve ailesini yüksek sosyetenin içinde yaşama şansıyla sınamış olur.

Oyun büyük bir evin bahçesinde başlıyor ve ortadaki döner platform ile evin salonuna giriyoruz. Bundan sonra dekor bir daha hiç değişmiyor. Tüm olaylar evin salonunda vuku buluyor ve tüm arka plan hikayesi burada sözle izleyiciye sunuluyor.

Kendim Reşat Nuri okumaya alışkınımdır. Dili sadedir ancak edebiyatı kuvvetlidir. Hikayelerinde her zaman bir mesaj vardır ancak kendisi bir çok filme ve edebi esere esin kaynağı olduğundan bu mesaj onlarca kez verilmiştir. Eğer böyle bir ustanın romanı tiyatroya uyarlanacak ise bence kesinlikle daha dinamik yapılar üzerine yoğunlaşılmalı.

İki saat süren bir oyunda bir mesaj kırk dakika boyunca dolandırıla dolandırıla anlatılıyorsa ve siz daha beşinci dakikada mesajı almışsanız geri kalan süre boyunca oyun metnindeki renkli ancak kısa süren kırılmaları bekler bir hale geliyorsunuz.

Bana eşlik eden sevgili arkadaşım Sezen'in oyun sonrasındaki yorumuna da ayrıca katılıyorum. Böyle edebi eserlere sırf seyirciyi güldürmek için çok kullanılmış güncel iğnelemeleri sokuşturmamak lazım keza bunlar bile başarısız olursa gerçekten iğreti duruyor.

Bir Reşat Nuri klasiğine gereken saygıyı en azından siz seyirci olarak gösterebilirsiniz bu oyuna giderek...

Tarla Kuşuydu Juliet - Ephrahim Kishon

"Bu izlediğiniz oyunu ben yazmadım" William Shakespre

Yer: İstanbul Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi

Büyük bir aşk ve trajedinin hikayesidir Romeo & Juliet. W.Shakespre'in yazdığı oyunun sonunda Romeo aşkını zehirle intihar etmiş olarak bulur ve kendi yanındaki zehri içerek ona katılmak ister. Ancak Juliet aslında geçici uyku veren bir ilaç içmiştir, uyandığındaysa gerçekten ölü bir Romeo bulur ve onun kılıcıyla kendi canını alır.

Bu oyunun yazarı Kishion ise gerçek hikayede Juliet'in Romeo zehri içmeden uyanmasıyla ve zaten evlenmiş olan çiftin bu hayatı sürdürmesinde kendi kurgusunu oluşturmuş. 2006 da Adana DT'de izleyiciyle buluşan bu oyunu bu sezon Engin Alkan'ın yorumuyla İstanbul B.Şehir Tiyatrolarından izleme keyfine varıyoruz. Sezonun ilk başından itibaren ve üç aylık bir süredir ilk gecelerinden online tükenen biletleri ile gerçekten merakımı cezbetmişti doğrusu.

Oyun Romeo & Julietin o kader gecesinden neredeyse 30 yıl sonraki hallerinde büyük aşkın küllendiği ve güncel hayatın kendini tekrarlayan dertleri içinde aşıkları evirip çevirdiği bir zamanda geçiyor.

Bu sezon bir iki oyunda daha gördüğüm seyirciler yerlerini alırken sahnede oyuncunun bulunması hali bu oyunda da var. Oyunun başında sabit dekor olan mutfak ortamında Engin Alkan(Romeo) ve Özlem Türkad(Juliet) mutfakta birşeyler hazırlarken siz de yerinizi alıyor ve oyunun başlamasını bekliyorsunuz.

Oyunun her bölümünün sonunda karakterlerin tümü bir enstrumana geçiyor ve size mini bir konser veriyorlar. Neredeyse her karakter her enstrumanı en basit seviyede de olsa grup uyumu içerisinde çalabiliyor ve şarkı sözleri gerçekten çok keyifli.

Oyunun finalinde ise Alkan ve Türkad'ın mini tango gösterisi ve bu danstaki işbilir halleri özellikle beni çok etkiledi.

Bu sezon Metinleri ve Çevirisi çok sağlam, oyuncuları karakterlerine hakim ve tecrübeli üstelik de güldürü unsuru çok kuvvetli bir müzikal izlemek isterseniz bu oyun tam size göre...

13 Kasım 2009 Cuma

Bozuk Düzen - Güner SÜMER

"Müzik koysana profesör, koyuver seninkilerden birtane"

Yer:Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi

Siz ailenize ne kadar sıkı sıkıya bağlısınız bilemiyorum ama insanın tüm yaşamını etkileyen çok önemli bir temeldir aile bağları. Her zaman arkanızda olan size sahip çıkabilecek bir abi,baba veya kız kardeş bir çok şeye bedel olmalı.

Bozuk Düzen Dikili depreminde evleri yıkılınca varı yoğu satıp İstanbul'a gelmeyi seçen bir ailenin yıllar sonraki halini anlatıyor. Baba yitmiş, anne hastahanede ölümle pençe pençeye. Tüm bunların içinde var olmaya çalışan 3 erkek ve 1 kız kardeşin hikayeleri anlatılıyor bu oyunda.

Tamamen raslantısal da olsa bu oyunu birçok arkadaşımla birlikte denk gelerek izledim. Gerçek hayat işlendiği için bol bol aşk unsurunu da irdeleyen oyuna genel kanı "Türk Filmi" yaftasıyla geliyordu ne yazık ki. Söylemem gerekir ki bu ön yargıyla yaklaşmazsanız bir sinema filminde olamayacak dramatik ışıklandırmalardan, müzik geçişlerinden ve derin tiradlardan daha çok keyif alabilirsiniz.

Oyun birazcık uzun. 2 Perde olarak sahnelenmiş ve ikisi de 1'er saate yakın hatta fazla sürüyor. Böyle bir oyunda kendinize çıkarılacak en güzel paye salondaki kalabalığın nelere kıkırdadığını gözlemlemek olmalı bence. Bu size toplumda kimilerinin acı olaylarını, başına gelmemiş kimilerinin eğlenceli bulduğunu ve bu yüzden bu hayatta bazı şanssızların aslında ne kadar şanslı olduğunu anlatmalı.

Eğer siz tiyatroya sadece gülüp eğlenmek için gitmiyorsanız. Rollerin dağıtımı ve çok sağlam senaryosuyla hakiki bir dram izlemek size keyif verecekse. Bozuk Düzen'i kesinlikle kaçırmayın derim.

10 Kasım 2009 Salı

Bekleme Salonu - Yiğit Sertdemir

"Algıda seçicilik diye birşey duymadınız mı?"

Yer:Şehir Tiyatroları Kerem Yılmazer Sahnesi

Hızlı gelişen medeniyetimizde ve sürekli değişen insan ilişkilerinin karmaşasında insanoğluna uygulanabilecek en önemli sınav hep sabrına karşı veriliyor şüphesiz. Bekleme Odası ise hemen her firmada bulunan çalışanlar için anlamsız ancak oraya dışarıdan gelen birisi için katlanılması gereken ve çoğunlukla uzadığında bunaltıcı bir eylem alanı oluyor.

Geçen sezon Mayıs ayında aktif olarak gördüğümüz "Genç Tiyatro" oluşumu bu sezon Kerem Yılmazer sahnesinde birçok farklı oyunla seyircisiyle buluşuyor. Yiğit Sertdemir'in yazdığı Bekleme Salonu benim için ilk Genç Tiyatro oyunu oldu.

Oyun genel olarak bir firmanın bir katındaki camekanlar ardında bir bekleme salonunda geçiyor. Buraya bir uzun ve birçok sınav sonucu elenerek gelmiş üç kişi mülakat beklerken içeride kilitli kalarak son sınavlarına tabi tutuluyorlar ve 1 saat içerisinde tüm eski defterler aralanıyor birer birer.

Her oyuncudan kendi rollerinde keyifli yorumlarla ve çok sağlam senaryonun sizi saran etkisiyle gerçekten izlenmesi gereken bir oyun.

Mecbur Adam - Dede Korkut (Ragıp Yavuz yorumuyla)


"Bir zamanlar boynuna gerdanlık olan bu köprü şimdi mezarına taştır"

Yer:Şehir Tiyatroları Kerem Yılmazer Sahnesi

Bu hikayeyi orijinali bozulmadan içine güncel göndermeler sıkıştırılmadan izlemek ne büyük bir keyif. Mecbur Adam Türk tarihinde 16.yy'da yazıya çevirilen Dede Korkut hikayelerinden "Deli Dumrul" 'un güzel bir gösterilimi. Şehir Tiyatroları bu sezon ilk aydan 6-7 adı sanı duyulmamış ve hiç bir yerde yorum bulunmayan oyunların biletlerini satışa çıkardığında bize de tombala çekmek düşmüştü.

Mecbur Adam ise bu oyunların ilki oldu benim için. Şahsen giderken bu hikayenin bir "Deli Dumrul" yorumu olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Kendim birçok oyunda ve televizyon parodisinde Dumrul'un dilinden güncel olayları alayala alan bir sürü sahne izlemiştim de şaşılacak şeydir ki orijinalini izlemek nasip olmamıştı.Metinlerin yoğunluğundan oyunculuktaki harika yorumlara ve büyüleyici dekora hayran kalmamak elde değil. Vatanının toprağına hayran bu "Deli Adam"'ın ona yeniden can verişini herkes izlemeli.

Bu hikayeyi merak edenleri ve özellikle yeni nesile aktarmayı görev bilecek aileleri salonlara davet ediyor Ragıp Yavuz.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Fesleğen Çıkmazı - Meltem Yıldırım

"Bir saksı yeter ben yine onlardan bir sürü yaparım"

Yer:DT Cevahir Sahnesi

Ne yazık ki şehirden uzak olmam sebebiyle bu sene sezonu ancak 23 Ekim de açabildim. Çok sevdiğim Tiyatro grubumun DT den aldığı Fesleğen Çıkmazı isimli oyun ise bu sezonu açmak için harika bir seçim oldu doğrusu. İlk defa bir oyunu prömiyerinde izleme keyfine de erişmiş oldum bu vesile ile.

Oyun Girit'te yaşayan rum türkü bir ailenin 2. dünya savaşı döneminde zorunlu mübadele ile İzmir'e geldikten 20 yıl sonrasını anlatıyor. Vatanından uzakta olmanın, toprağına sahip çıkmaya çalışmanın ve kardeşlik bağlarının önemini sürekli vurgulayan oyun bulunduğumuz dönemde bize bir çok noktada yaptığımız yanlışları dramatik ancak çarpıcı olarak anlatıyor...

Eğer sahneye göre doğru konumda iseniz (yakın ve sağda) oyunun başlarında Funda Eskioğlu (ortanca kız kardeş) sahnedeki gerçek fesleğenleri çırptığında o büyüleyici koku size de gelecektir. Beni çok etkileyen bir diğer unsur ise sürekli savaşla ilgili haberler veren ve sahne geçişlerinde zaman konusunda bizi bilgilendiren ampüllü radyo oldu.

Oyunun başından itibaren sahnenin arkasındaki bir tülün ardında göç halini gösteren sessiz oyuncular var. Bunlardan birtanesi 7-8 yaşlarında bir erkek çocuğuydu (Funda Eskioğlu'nun kendi oğlu) ve ben ilk defa bir oyunda çocuk görüyorum. Ne yazık ki arka planda durmak dışında rolü olmayan bu çocuğun bir kelime etmesini oyun sonuna kadar bekledim ve sonunda canım sıkıldı...

İlk oyun olduğu sebebiyle bazı takılmaları gözlemleyebildik ancak her oyuncunun rolüne çok uygun göründüğünü söylemek gerek. Oyunun genelde can sıkabilecek tek negatif yanı ise tamamı dramatik olaylarla dolu ve bir saat kırk beş dakika süren bir gösterinin arasız olarak sahnelenmesi.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Zeytinli Rock Festivali 2009

Yer: Foça-İngiliz Burnu İzmir...

POEM Organizasyon firmasının her sene Akçay Zeytinli'de düzenlediği "Rock Tatili" festivali bu sene Eski Foça'da tamamen doğal güzellikleri harika bir burun ve koyda gerçekleşti.

Tüm senenin yükünü 4 günde sıfırlamak isteyen benim gibi birisi için bulunmaz bir fırsat bu festival. Geçen sene aldığım keyfin üzerine bu sene de taa nisan ayından iznimi belirlerken bu haftayı seçmiştim.

Keşke her yaşadığım tecrübeyi tek tek buradan açıklayabilsem ve neden tüm dostlarıma "20 günlük tatili 4 günde yaşadım" derken ne kadar ciddi olduğumu ifade edebilsem.

Öncelikle söylemem gereken Foça gerçekten bir cennetmiş. Adını hep duyardım ancak "Ege'nin Özeti" gibi bir ilçe, muazzam bir koy ve deniz buluşmuş burada dolayısıyla festival olmasa bile çok eğleneceğimden emindim.

Festivalde ise daha ilk günden birçok grubun içinden özellikle Epica ve Lordi ile inanılmaz coştuk. Daha ilk günden bu hale gelmek çok ümit vaad ediyordu. 2. Gün OGÜN ve Sürpriz sanatçı Hayko Cepkin'de epey eğlendik. Sıra Duman'a geldiğinde ise kopma noktasına geldiğimizi söylemek yanlış olmaz. Gece yarısı başlamasına rağmen sabah dörde kadar sahneye kilitli tutulduk ve bittiğinde inanılmaz bir haz duygusu vardı.

Baba Zula ve Yasemin Mori ile yine çok eğlendikten sonra Kurban ve Mor&Ötesi konserlerindeki rüzgar biraz tadımızı kaçırsa da çok sevdiğim bu iki grubun şarkılarını bir önceki gecenin yorgunluğunu atarcasına oturarak dinledik.

4. Gün olan oldu ve festival alanının dışındaki EFES bira satış noktası organizatör şirketle korkunç bir rekabete girdi. En son standart 50 lik kutu bira içeride 3TL(Tuborg,Miller,Carlsberg) dışarıda ise EFES 2TL rakamlarına kadar düştü. Tibet Ağırtan'ın bizi daha baştan coşturması ve hemen ardından Yüksek Sadakatin çok beğendiğim albümüyle gerçekten keyfimiz doruk yaptı.

Size burada Moğollardan ve Teoman'dan da bahsetmek isterdim ancak yüksek miktarda alkolün ardından bu grupları uyuyarak geçirdiğimi söylemem gerekiyor ne yazık ki...

Festivalde bana eşlik eden Gökhan,Selma,Ismail ve Yeni tanışıp çok sevdiğim Derya'ya. Özellikle bizi sağ salim götürüp getiren otobüs organizasyonunu yapan Murat'a çok teşekkür ediyorum....

Seneye kesin yine oradayım ve bu sefer Foça'nın keyfini çıkarmak için daha erken gitmeyi kendime şart koştum...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Stop the Tempo! - Gianina Că Rbunariu

"Meydanda gökyüzüne bakarken seni görmezden geldim ROMANYA!"

Yer: Mask Live Beyoğlu

Bu oyundan Canan'ın bir gazetedeki röpörtajı okumasıyla haberim oldu ve kesinlikle çok farklı ve gerçekçi bir tiyatro deneyimine tanık olma fırsatı buldum.

İzleyicilerin barın müşterisi olduğu ve üç oyuncunun etrafa dağılmış halde veya sahneyi kullanarak oynadığı oyun Romanya'da geçiyor.
Gündelik hayatlarından korkunç sıkılmış bu üç karakter ise hayatın ve yaptığı işin çok saçma olduğunu düşünen biseksüel bir metin yazarı, genç yaşında kariyerinden uzak kalmış eski bir DJ ve üç işte çalışarak ailesini mutlu etmeye çalışırken gündelik hayatın keyiflerinden uzak kalmış bir kadının hikayesini bizlere taşıyor.
Bu üç karakter tamamen raslantı eseri bir araya gelerek tüm hayatlarından isteyerek vaz geçmelerine imkan verecek bir parodinin içinde buluyorlar kendilerini.
Gündelik hayat kadar sert, bol küfürlü ve bol bol ülke eleştirisi (Romanya) içeren bu oyun barda geçtiği için bilet fiyatına (15TL) bir yerli içki dahil.
Farklı bir gece geçirmek için bence harika bir fırsat...

Rock 'N' Coke 2009

"Thank You!!!"
Yer: İstanbul Park

Senelerdir başarıyla düzenlenen bir organizasyon olan Rock'N'Coke 'a nihayet bu sene ben de katılabildim. Cumartesi sabahından alana varıp X-Ray cihazlarından geçirdiğimiz çadırımızı gösterilen yere kurduk ve 2 gün sürecek eğlence ve etkinlik akınına saldık kendimizi.

Motosikletle gittiğimiz Akfırat'ta ilk canımızı sıkan olay otopark alanının pistten çok uzakta olmasıydı ayrıca 10TL gibi faiş bir fiyat da epey sıkıntı vericiydi ancak keyfimizi kaçırmaya yetmedi elbette

Hem tanıdık profesyonel sanatçıların hem de amatörlerin iki farklı sahnede dinleyicileri coşturduğu, birazcık pahalı olmasına rağmen çok doyurucu yemeklerin bulunduğu ve türlü diğer etkinliklerle dolu olan festival alanında bunaltıcı sıcağı saymazsak 2 harika gün geçirdim demek hiç de abartı olmaz sanırım.

İlk gün özellikle içimi kaynatan Juliette Lewis ardından efsane grup Prodigy ile coşmak, Otoparkta atılan Tekila Shot'ları nedeniyle Duman'ı kaçırmamızı bile çok önemsiz bir detay kıldı kesinlikle. İkinci güne Manga VS Cartel ile başlayıp çocukluğumuzun efsanelerini tekrar dinleme fırsatı bulmak ise beni neredeyse duygulandırdı demeliyim...

Eski festivallere katılanlar bu senenin sönük geçtiğini söyleseler de bence her sene gidilmesi gereken başlıca festivallerden birisidir Rock 'N' Coke ve ben bir daha kaçıracağımı sanmıyorum...

Balkan Sounds Festival 2009

"Türkiye'de bir ilk daha..."
Yer: Maçka Küçük Çiftlik Park

Hıdırellez konulu yazımda sizlere içimdeki çingeneden bahsetmiştim. Bu festivalde diğer "Nispeten Sofistike" çingeneler ile kaynaşma fırsatını buldum. Dansın ve alkolün gırla gittiği müziğin iliklerinizi doldurduğu dopdolu bir gün geçirtti bize Balkan Sound Festival.

Sıcak günün ardından ısınmış asfalt üzerinde çıplak ayaklarımızla ettiğimi danslar, boşalan ter ile coşan vücutlar, her haliyle kendi özünü dışarı vuran iki bin kadar insan ile çok keyifli bir gece geçirdim. Festivale giriş için biletleri sağlayan ev arkadaşım Aksel Özgür 'e ve katılan arkadaşlarım; Aslan ailesine, Selma ve Selda'ya ayrıca çok teşekkür ederim...

Umarım her sene tekrarlanır biz de kaliteli müziğin doyumunu çok özlemeyiz...

Çılgın Dünya - Lope de Vega

"Ben mi? Tabiki deliyim blu blu blu blublublublululu"
Yer: Devlet Tiyatroları İstanbul Cevahir Sahnesi

Aslında o günkü biletimiz Aziz Nesin öykülerinin canlandırıldığı "Anlat Azizim" isimli oyundu. Ancak oyunculardan birisinin rahatsızlanması nedeniyle bu oyun sezonu erken kapatarak Cevahir Sahnesi yöneticilerinin girişimiyle Van Devlet Tiyatrosu oyuncularının sahnelediği "Çılgın Dünya" isimli oyuna bıraktı yerini.

Günümüze kadar akıllıların deli, delilerin ise akıllı davrandığı hikayeleri pek çok farklı düzende ve tarzda izlemişizdir pek çoğumuz. Akıl hastahanesinde geçen hemen her hikaye ise neredeyse bu temayı işlemeye mahkum gibidir.

Çılgın Dünya oyunu bu tarz bir konuyu ele alarak standart bir akıl hastahanesine biri yanlışlıkla biri de kaçtığı geçmişi nedeniyle düşmüş iki akıllı insanın aşkını anlatıyor. Herkes deli kabulu gördüğü için de bu aşkı yaşamak uğruna deli numarası yapmaları gerekiyor. Oyun boyunca rollerin sürekli bu şekilde değişmesi ise kesinlikle her dakikayı doyurucu bir hale koymuş...

Bizim denk gelmemiz tamamen olağan üstü bir şans olan bu oyunu seyredebilecek birileri olursa kesinlikle bu şansı tepmemeliler. Oyun için yazılmış Türkçe şarkılar ve yeterince eğitimli olmasa da oldukça doyurucu Flemenko danslarıyla kesinlikle kaçırılmayacak bir oyun...

Kaldığımız Yerden Devam

Öncelikle mümkün olduğunca klişelerden kaçınarak 2 aylık bir aranın ardından blogumuza tekrar merhaba demek istiyorum.

Tiyatroların yaz tatiline girmesiyle ve son gittiğim(iz) oyun olan "Çılgın Dünya" yorumunun söz verildiği gibi yazılmaması nedeniyle bu blog sayfası epeydir boş kalmış oldu.

Ancak şimdi iyi çalışarak bu yaz gittiğim birkaç değişik organizasyonla ilgili yorumlarımı paylaşmaya ve boş geçen zamanı doldurmaya uğraşacağım izninizle...

Tekrar Merhaba...

6 Mayıs 2009 Çarşamba

2009 Ahırkapı Hıdırellez Şenlikleri


Hıdırellez Türk ve Çingene kültürünün vaz geçilmez parçalarından birisidir. Tüm dünya medeniyetlerinde karışılığı olan "baharı karşılama" eyleminin bize özgü halidir Hıdırellez.

Gece bir çok üniversitenin ve Eminönü belediyesinin ortak çalışması ile düzenlenmişti. İstanbulun heryerinden birçok genç ve yaşlı kişiyle birlikte büyük otellerin de katılımıyla birçok turist de eğlenceye dahil oldu.

Çanakkaleli bir Türk olarak başından sonuna tüm gecenin kanımı kaynattığını itiraf etmeliyim. Müzik ve ortamın çeşitliliği, çeşitli grupların halleri, parkın ambiansı gerçekten çok keyifli bir gece yaşattı bize.

Özellikle nefesli çalgı grubu eşliğinde havai fişek gösterisi bizi bizden aldı diyebilirim.

Gecenin tek negatif yönü kuponsuz yemek satışının olmayışı ve gece 22.30 dan sonra yemek kalmayışıydı.

Deri Ceket - Stanislav Stratiev

"Çiftçi çift sürer. Koyun moyun yok!" " Geri verin 'a' ların şapkalarını!"Yer:Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi

Bu oyun için çok bekledim. Benim bu sezon Şehir Tiyatrolarında gittiğim en son oyun oluyor "Deri Ceket". Ama ne oyun! Başları biraz karmaşık ve hızlı gelişse de dersini çalışıp gelenler veya en azından konuyu şöyle bir okuyanlar için anlaşılabilir bir karmaşıklık.

Ceketindeki tüyleri köyde koyunlarla birlikte kırktırırken, ceketini "şahsi koyunu" gibi kaydettirmek zorunda kalan bir araştırma görevlisinin bürokrasi yollarından deliliğe yolculuğunu anlatıyor.

Hareketli dekoru, müzikleri, çok kaliteli replikleri ve üstün oyunculuk performansıyla gerçekten çok keyifli bir oyun Deri Ceket. Hikmet Körmükçü'nün basma kalıp bir karakterden bir çok harikalar yaratması ve Yiğit Sertdemir'in karakterin değişen ruh hallerini çok başarılı yansıtması bu oyunu bu sezon izlediğim en keyifli oyunlardan biri haline getirdi.

Selamlama şovu ve aralardaki anonslar ise tüm oyunun keyfine çok ayrı bir hava kattı. Oyundan çıkanların yüzlerinden keyifleri çok rahat okunabiliyordu...

Onlar Ermiş Muradına - Georges Feydeau

"Sana mı soracağım? Hayvan!"
Yer: Şehir Tiyatroları Ümraniye Sahnesi

Oyun orta çağ burjuva döneminde Paris'te başlıyor. Aslında çok alışık olduğumuz birkaç konunun ve para gibi gündelik dertleri olmayan insanların hayatlarını eliştiren bir hikaye.
Oyunun iki yarısında da perde birer kez kapanıyor ve karanlıkta bekliyorsunuz. Hikayede bazı orijinal öğelerin yanı sıra bir çok sıradan ve tahmin edilebilir durum olması oyunu biraz sıkıcı kılıyor genellikle. Ancak asıl tatsız olan motomot çeviri nedeniyle vurgu gösterilemeyen zayıf replikler.
Ancak tüm oyun sondaki selamlama sırasındaki sürpriz gösteri için izlenebilir...